Müzik ve matematik genellikle birbiriyle bağlantılı uğraşlar ve beceriler olarak görülür; hatta bu alanlardaki beceriler beyinde aynı alanlara atfedilmiş. Antik Yunan da Pisagor ekolünden alimler sesin ve titreşen tellerin temel fiziğini biliyorlardı; müzikal ölçekler ile tam sayıların oranları arasındaki bağı kurmuşlardı. $\dfrac{2}{1}$ oranında en yüksekten en alçağa doğru seslerin değeri Do, Re, Mi, Fa, Sol, La, Si, Do notalarından oluşan bir oktav oluşturur; yüksek Do nun ses dolgunluğu, alçak oktavdaki Do nun ses dolgunluğunun iki katıdır. İkisinin arasında Do Majör akoru oluşturan notaların (Do, Mi, Sol) ses dolgunlukları Do yla ilişkili olarak $\dfrac{5}{4}$ ve $\dfrac{3}{2}$ oranlarındadır. Hertzle ölçersek, alçak Do nun ses dolgunluğu $261$ hertzse, $\dfrac{3}{2}$ oranındaki Sol ün ses dolgunluğu $391,5$ hertzdir.
Oranların değiştirilmesiyle, müzik uyum ya da uyumsuzluk yaratabilir; uyum, müzikten aldığımız zevkin ana yönlerinden biridir. Müzik bilginleri müziğin yapılanma biçiminde, alımına hükmeden başka matematiksel ilkeler bulmuşlar, simetrinin kuvvetli bir rol oynadığını görmüşlerdir. Müziğin kuvveti ve çekiciliği genellikle tekrarlanan bir örüntüde yatar; bir örüntünün bir kez belirmesi tekrara nazaran kulağa zayıf gelecektir.
İlginç bir örnekte matematikçiler ve besteciler açıkça iç içe geçmiştir: Kampanolojide, yani çan çalma konusunda. Burada çanların belli bir sırayla çalınma biçimleri bestelerin niteliğini belirler. '' Değişiklikler''in matematiksel örüntülerinin modern cebirdeki permütasyon grupları kuramıyla birçok ortak noktası vardır!(?)